25 Kasım 2015 Çarşamba

Faruk Şüyün'den iki kitap ‘Söyleşi magazinleşti’ 


Dünya gazetesi için mesleğinin zirvesindeki yazarlar, şairler, oyuncular, ressamlar, müzisyenler, yönetmenler ve işadamlarıyla binlerce söyleşi yapan ve her birinde kültürsanat anaforuna önemli tespitler katan gazeteci yazar Faruk Şüyün’ün okurlara takdimi “101 Ustadan Hayatın ‘Şey’leri”. Meslek hayatına başladığı 1976’dan bu yana yaptığı söyleşilerinin en can alıcı anlarından koparılı yetkin bir özet niteliğindeki kitabında bu anlara, daha samimi “şey”leri, satır aralarını sorarak ulaşıyor Şüyün. Söyleşi sanatını icra ederken konuğunda tesis ettiği güveni hiçe saymayarak, etiği asla askıya almayarak. Şüyün imzalı bir diğer kitap ise “Lezzet imiş Ne Var ise Âlemde” adını taşıyor. Farklı geleneklerle harman farklı mutfaklardan örnekleri paylaşıyor kitabında Şüyün. Son yıllarda gittiği şehirlerden, uğradığı mekânlardan, tattığı lezzetlerden, yemeiçme sanatıyla ilgili öğrendiklerinden, gastronomi dünyasından ilginizi çekeceğini umduğu bir kolaj olduğunu ifade ediyor. Şüyün’le “101 Ustadan Hayatın ‘Şey’leri” ve “Lezzet imiş Her Ne Var ise Âlemde” kitaplarını konuştuk.

Gamze AKDEMİR

Nasıl yoğun, yorucu ama bir o kadar da keyifli bir tempo olduğunu çok iyi bilirim. Söyleşi nasıl başladı ve meslek hayatını nasıl şekillendirdi, izini nasıl bıraktı? 1976 yılında gazeteciliğe başladığımda epey kitap hatmetmiş, edebiyatçıların, sanatçıların yapıtlarında yansıttıkları dünyalara vâkıf olmuştum. Ama çok okumanın tırnak içinde “kötü” bir yanı vardı. Eserlerini severek ezberlercesine yuttuğum o insanların hayatlarını da merak etmeye başlamıştım. Okumak, merak duygusunu tetikliyordu, merak okuma ihtiyacını artırıyordu. Ben, bu paradokstan memnundum, daha da ötesi acayip keyif alıyordum. Bu nedenle önce kitaplarını sevdiğim insanlara sorular yönelterek başladı söyleşiler. Onlara sıradan olanları değil, daha samimi “şey”leri, satır aralarını sormaya gayret ettim, merak ettiklerimi öğrenmeye ve tabii ki bunlardan yazılabilecek, kamuoyu ile paylaşılabilecek olanları da kâğıda dökmeye. Yıllar geçtikçe yazı yeteneğim arttı, Türkçem daha da güzelleşti, ama sorularda profesyonellikten uzak kalmaya, onların anlattıklarını ise birebir, yorumlamadan, olduğu gibi yansıtmaya gayret ettim. Böylelikle de 37 senedir gerek yazılı, gerek görsel medyada yaptığım binlerce söyleşinin ardında onların anlattıklarının yanı sıra o kişilerle aramızda gelişen, pekişen güven duygusu da kaldı. Senelerin birikimiyle örülen samimiyet, güven kozaları, aramızda dostluklar oluşmasına da neden oldu. Birbirimize güvenerek çok güzel işler ortaya koyduk. Örneğin, Beşiktaş Belediyesi için dokuz yıldır düzenlediğim “Ustalara Saygı” toplantılarına kimi zaman “usta”mız olarak onur verdiler, çoğu kez de her koşulda düşünmeksizin katılan konuşmacılardılar... bir dünyayı kaçıran gençler için yaptıkları, okudukları nasıldır, bilemiyorum. Onlar, arşivlerdeki tozlu sayfaları okuyarak aradaki farklara ulaşacaklardır, diye umuyorum. Yani iş gelip yine meraka, bilgiye ulaşmaya dayanıyor.

 “MUTFAK İYİ BİR REHABİLİTASYON MERKEZİ”
İyi bir gurme olduğunu bilenlerdenim. “Lezzet imiş Her Ne Var ise Âlemde” kitabın bunun yetkin bir ifadesi. Hangi yöre ve ülkelerin mutfaklarına yer veriyorsun? Dimağına en uygun lezzet durağı hangisi? Estağfurullah, ben yalnızca o engin gastronomi dünyasına anlamaya, öğrenmeye çalışan bir “oburcuk” olabilirim. Mutfağın, iyi bir rehabilitasyon merkezi olduğunu düşünmüş, yooo, aslında yaşamışımdır... Bir adım daha atayım, bir şirket içindeki insan davranışları, yardımlaşma hakkında en iyi ipucu veren mekânlar mutfaklardır, diye bir iddiada bile bulunabilirim rahatlıkla. Mutfakta bir yemeğin hazırlanışı sırasındaki rekabet, paylaşım; hiyerarşinin ortadan kalkması zorunluluğu, ofislerdeki görünen değil, gerçek işleyiş hakkında epey bilgi verecektir insan kaynaklarına... Yemek yapmayı da, yemeyi de seviyorum... Kendime, demin de söylediğim gibi sevgili Selim İleri’nin kitabının adı olan “oburcuk”u çok yakıştırıyorum bu nedenle... Ve asla gurme olduğumu düşünmüyorum... Bir gurman! Belki bu daha doğru bir sözcük... “Oburcuk”un tam karşılığı da o olmalı... Ama yine de tek başına yaşadığım zamanlarda asla mutfağa girmedim, kendime mutfakta bir şeyler hazırlamayı düşünmedim, üşendim. Daha doğrusu, mutfağın paylaşılacak en güzel mekânlardan biri olduğunun tadını almış olmalıyım ki, tek başına bir şeyler hazırlayıp yemeği canım hiç çekmedi. Zaten yoğun olan iş hayatımı da buna bahane olarak kullanmaktan hiç çekinmedim! Ama yine de beş duyuya birden hitap eden mutfakta yemek hazırlamayı, o muhteşem rehabilitasyonu yaşamak için hiçbir fırsatı kaçırmadım, kaçırmıyorum. Kitabım da işte bu içimde büyüttüğüm mutfak sevgisinin okurlarla paylaşmaya çalıştığım bir ürünü... Son yıllarda gittiğim şehirlerden, uğradığım mekânlardan, tattığım lezzetlerden, yemeiçme sanatıyla ilgili öğrendiğim bilgilerden, sonsuz gastronomi dünyasından onların ilgisini çekeceğini umduğum bir kolaj. Tabii ki Mutfak Dostları’nın “dost” ve “gala” yemeklerinin ayrı bir yeri var. Her biri, gastronomi kültürü için bir okul. Yemeklerin hissettirdiği duyguları düpedüz psikolojisiyle ele alıyorsun. O lezzetlerde izini sürüyorsun âlemin.. Merak duymaya başlayınca araştırmacılık kaçınılmaz oluyor ve bir dedektif gibi hangi konuya ilgi duyuyorsanız, onunla ilgili ipuçlarının izini sürüyorsunuz. Ben de lezzetlerle ilgilenmeye başlayınca, engin gastronomi denizinde bir zerrelikten öteye geçmeye çalışıyorum yalnızca. Öğrendiklerimi de yazılarımla, kitaplarımla geniş kitlelere ulaştırmaya çalışıyorum. n

BİNLERCE SÖYLEŞİM GAZETE VE DERGİLERDE YİTİP GİTTİ”
Tarihsiz cümleleriyle 101 ustayı okuyoruz “101 Ustadan Hayatın “Şey”leri” kitabında. Farkındasın değil mi artık sana ait değil, bizim oldular. Yazın evrenine emanet ve hediye ettin onları. Kitabınla en çok neyi amaçladın? Kültür, sanat, edebiyat, iş dünyasından yüzlerce isimle binlerce söyleşi yaptım gazeteciliğe başladığım bugüne... Kimi solmuş gazete sayfalarında kaldı, bazıları yayınlandıkları dergilerin kuşe kâğıtlarında. 2008 Mayıs’ından itibaren son beş yıldır her hafta bir konuğumla “Sanat Molası” verdik Dünya Gazetesi’nin kültürsanat sayfalarında. Sayısı 250’yi aşan bu söyleşilerin kimi zaman tanığı, çoğu kez ilk okuru olan Malvina, “Konuştuğun ustaların hiçbir zaman eskimeyecek öyle güzel sözleri var ki, neden bunları bir kitaba dönüştürmüyorsun?” diye sorduğunda “Neden olmasın?” dedim kendi kendime... Nasıl bir seçki söz konusu? Söyleşi yaptığım ustalardan hayat kırıntılarıydı sonuçta bu konuşmalardan tarihe kalacak olan. Bunlar, yıllardır yaptığım diğer söyleşilerimdekiler gibi yitip gitmemeliydi, tozlu arşivlerde kalmamalıydı. Sonuçta 101 usta yer aldı kitapta tarihsiz cümleleriyle. İsteyenler önce sevdikleri isimlerden okumaya başlasın veya en başından ya da ortalarından bir yerlerden. Belki güne her sabah bir usta ile başlayabilir, uykuya bir başkasıyla dalarlar. 1251

“ARTIK SORAN DA YANITLAYAN DA BİRBİRİNE GÜVENMİYOR”
 En sevdiğin söyleşileri ve o söyleşilerden pasajları sormak evlatların arasında ayrım yap demek gibi olacak! Onun için potpurik bir yanıt isteyeyim. Ben, onları bu kitap için yeniden okurken çok keyif aldım, çoğu kez de uzun uzun düşündüm söylediklerini. Okuyanların da akıl defterinize not alacakları cümleler bulacaklarından eminim. Ayrım yapmaksızın hepsi, altı çizilecek cümlelerden oluşuyor. Söyleşi giderek ne oluyor? Ülkenin yeni eşiğinde sence bir genç gazeteci meslektaş neleri kaçırdı ve neleri yakaladı? Neler için geçmiş olsun, neler için tam zamanı? Söyleşiler giderek magazinleşiyor. Soruları soranın da yanıtlayanın da birbirine güvenmediğini gösteren örneklerle karşılaşıyoruz sık sık medyada. Cümlelerin arasından cımbızla çekilen sözcükler, karşılıklı iddialaşmalara yol açabiliyor. Kimi zaman iki tarafın da isteğiyle kavgalar çıkarılabiliyor. Tabii bu anlattıklarım daha çok magazin dünyası söyleşileri için. Edebi söyleşilere gelince Attilâ İlhan, Edip Cansever, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Nezihe Meriç, Leylâ Erbil gibi ustaların bulunmadığı

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr 101 Ustadan Hayatın ‘Şey’leri/ Faruk Şüyün/ Oğlak Yayınları/ 214 s. Lezzet imiş Her Ne Var ise Âlemde/ Faruk Şüyün/ Oğlak Yayınları/ 128 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 1 5 S “Kitaplarını sevdiğim insanlara sorular yönelterek başladı söyleşiler. Onlara sıradan olanları değil, daha samimi ‘şey’leri, satır aralarını sormaya gayret ettim” diyor Faruk Şüyün. “ 6 Ş U B A T Fotoğraf: Kaan SAĞNAK

3 Kasım 2015 Salı



Hazırlayan: Faruk Şüyün
TÜYAP Yayını, 2015

2015 TÜYAP KİTAP FUARI ONUR ÇİZERİ TAN ORAL'LA SÖYLEŞİMİZ DE KİTAPLAŞTI.



Doğan Hızlan, Hürriyet'te yazdı








ÇARESİZLİK ABİCİĞİM: Kitap Fuarı için hazırlanan Tan Oral ile yapılan söyleşiden oluşan Kafa Kağıdı kitabında Faruk Şüyün soruyor: "Siz hangi nedenlerle çizdiniz bunca zaman?" diye. Oral'ın uzun bir cevabı var. Ama finali şöyle: "Herhangi bir takıma katılmadan, batıcı laik ya da doğucu İslam gibi, onlarla birlikte olmanın ve onların vereceği güç ve koruyucu güvenceyi paylaşmadan çabalamaya çalışmaktaki tuhaflık, çaresizlik ve gülünçlük, ister istemez kişiyi mizahın neşeli ortamına sürüklüyor. 1973 Temmuz'unda İzmir'de açılan bir karikatür sergimi gezen bir izleyicinin "Sıkıntıdan mıdır, kederinden midir, çizilenler insanın yüreğine bir yumruk gibi oturuyor" sözüne, Demokrat İzmir gazetesinde o zaman manşete çıkarılan bir yanıt vermişim, "Çaresizlik abicim!" 

Sabah, Olkan Özyurt, 6 Kasım