17 Ekim 2015 Cumartesi




Oğlak Yayınları
:
Beklemek ve Ummak
Barkod
:
9789753296571
Basım Tarihi
:
2009-11
Sayfa
:
152
Boyut
:
120-215
Kapak Türü
:
Karton ciltli
Kağıt Türü
:
2. Hamur
Dil
:
Türkçe
Basım Yeri
:
İstanbul

Otobiyografi ile biyografinin iç içe geçtiği çalışmalara bir hayatın tıpkıbasımı diyebilir miyiz? Bu soru bende hep vardır. Günce tutmanın, yaşanmışların sağlaması olarak ele alınması da nedense tartışılmaz. Yine de yazan için bir yol haritası görevi yaptığı kesin. Benim gibi, yaşadıklarını açıklama cimrisinin özel notları yok bile denebilir. Belleğin beş duyuyu da içerdiği çok boyutlu taşıyıcılığına inanırım, oldum bittim. Özne olmak, bende alabildiğine eksilerdedir. 2008 TÜYAPın 1968: 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra başlıklı etkinliğine fuar onur yazarı seçilince ürktüğüm konu kapımı çaldı. Hayatımla ilgili bir kitap yazılacaktı ve Faruk Şüyün'le çalışacaktık. Onunla uzun bir tanışma sürecimiz de yoktu. İlk adımda koşullarımı, olmazsa olmazlarımı sıraladım. Beni yapmacıksız bir nezaketle dinledi ve böylece çalışmaya başladık. Karşılıklı içtenlik ve güven bizi başarılı bir sonuca götürdü. Füruzan Adlı Bir Öykü bittiğinde kitaba katkısı olan arkadaşlarla Faruk'un evsahipliğinde bir gece buluştuk. Hem mutlu, hem hüzünlüydük. Aylar süren bu çalışma, aramızda bir şenlik gibi yaşanmıştı. Bitmesi bu şenliğe konan bir noktaydı. Faruk Şüyün'ün ilk kitabı, Dünya Gazetesi'ndeki değerlendirmelerinin bir kolajı. Çevresine gösterdiği dikkat ve duyarlığa tanık biri olarak Beklemek ve Ummak'ın ilgiyle okunacağını düşünüyorum. İşte tam burada değerli şair Gülten Akın'ın benzersiz dizelerini anımsamalı: Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya. 

FüruzanTanıtım Yazısı'ndan





Sevgili Sennur Sezer yazmıştı ki...


Merhaba Faruk Şüyün,Kitabın Beklemek Ve Ummak elime geçeli epey oldu. Oğlak Yayınları’ndan çıkan denemelerini bir mektup tomarı gibi okudum. Cevaplar düşündüm. Yeniden okudum, yazmayı düşündüğüm her şeyden caydım, düş kurdum ve şunu fark ettim ki, sen yalnızca bir yaşama oburu değilmişsin. Bir düş paylaşımcıymışsın da... Seni hiç tanımamışım. Ama sen yazdıklarına şöyle bir göz atacak okurlarını onlarla kolayca söyleşiye girecek kadar tanıyormuşsun. İlk sevgililer, ilk hayal kırıklıkları, hep özlenen ve neresi olduğu bilinmeyen bir mekan, hepimizin kolayca dile getiremediğimiz kırılgan noktalarımızdır. Bu kırılgan noktalardan yakalıyorsun okuru ve acılarından.
Sana bu satırları yollardan yazıyorum. Doğrusu pek hazırlanarak yola çıktığımı söyleyemem. Az önce bir dostu uğurlamak için Fatih Camii’ndeydim. Birden yaşamak için ne kadar az zamanımın kaldığını fark ettim. Benden epey genç bir arkadaşım, İstanbul’un mekanlarının birbirine benzemez kokularından söz ediyordu. Mısır Çarşısı ya da pastaneler gibi varlığı kokudan oluşan mekanları değil, akla gelmez yer ve kokuları anlatıyordu. Mesela bir tersanenin demir pası kokuşunu... Yıllarca hapisteydi. Birden anladım; özgürlüğünü uzun yitirmiş olmanın yaşama açlığıyla, duyularını inceltişiyle bakıyordu dünyaya. Kitabının bir ayna gibi bana yansıttığı coğrafyayı birden kavradım ve kitabının rehberliğinde düştüm yollara. 
Sen de yollardasın. Mektubum sana ulaşacak mı bilemiyorum. Tek sevgilinin İstanbul olduğunu ne kadar söylesen, belki onu durmadan özlemek için hep İstanbul’a benzemez şehirleri anlatıyorsun. Ne kadardır yollardasın Faruk Şüyün? İncelikli yemekler, adı zor söylenir tatlar, durmadan kaçtığın ilk gençlik hayalleri... Bir kitap bunlarla da oluşturulurdu. Ama bunlar sana yetmemiş. Nedir tanıdık ve yaban olan yazdıklarında? Sarısabır yapraklarının yanına iliştirilmiş fırıldaklar mı? Unutmaya çalıştıkça bir yanımızı kanatan ana özlemi mi?.. Belki yalnızca kırıntılar... Hayat kırıntıları... 
Bir pastayı yalnızca kesip dağıtmanın bonkörlüğüyle yetinebileceğini sanmayı yaşamışsındır. Umduğun, birinin payına düşenden sana da biraz ayıracağıdır. Ve bir de bakarsın sonunda tabak bomboş kalmış. Kimse seni düşünmemiş, tabakta kalan yalnızca bir iki kırıntı. 
İşte yaşamın bir döneminde hayattan elimizde kalan bu. O birilerince oburca bitirilmiş pastanın tadını deli gibi merak ettiğimiz kırıntıları. Bize kalan; o kırıntıları gizlice, ürkekçe tatmaya çalışmaktır. Tabaktaki kırıntılar kışkırtıcıdır... 
Başkaları için yaşamakla yetinenlerin kavrayabileceği yaşama biçimi... İşten dönerken ayaküstü bir bardak bira... Tek başına durup denize bakmak... Bir martıyı izlemek... Yaşamanın lezzeti hiçbir şeyle ölçülemez kırıntıları... (Artıklar değil başkalarının artıkları açlıktan ölecek durumdayken belki ne zaman çekici görünür bize.)
Yollardayım, yaşamanın bana düşen kırıntılarından cayamam. Kitaplar rehberlik edecek bana. Önce Beklemek Ve Ummak… Benimle paylaştığın şiirler, filmler, sofralar için teşekkür ederim. Bütün okurların adına.
Sennur Sezer


Beklemek ve Ummak üzerine

Oğlak Yayınları arasından çıkan kitabım "Beklemek ve Ummak" üzerine Enver Ercan, Varlık Dergisi için benden bir söyleşi istedi; Nevzat Işıltan soruları yöneltti. Derginin Nisan sayısında yayınlanacak bu konuşma, yılların arkadaşı Nevzat'la yapılmasından mıdır nedir, Faruk Şüyün'ün "mahrem" dünyasını anlatan kimi cümlelerle bezeniverdi... Özellikle de bugünlerde ruhumun yanaştığı kıyıların ipuçlarını gördüm söyleşi kasetinin çözümünde... Kitabın tema'ları arasında olan 'mutluluk', 'ölüm', 'yalnızlık', 'paylaşmak' üzerine konuştuklarımızdan kısa bir bölümü buraya da almak istiyorum. Bakın neler söylemişim:
"İnsanları en çok mutlu edecek kişiler, en çok hayat birikimi olanlardır. Bu da aslında kitabın adı olarak düşündüğüm, ama sonra vazgeçtiğim 'Les Choses de la Vie' - kitabın içinde o yazı var - 'Hayatın Şeyleri' hatta biz bunu 'Hayat Kırıntıları' olarak da çevirebiliriz; hayat kırıntılarının toplanmasıyla oluşuyor bu birikim. Kırıntılar yavaş yavaş kavanozları, sepetleri doldurmaya başlıyor, damla damla büyük alanları doldurduğu zaman bu birikimlerinizi paylaşacağınız insanı bulmak için çaba sarfediyorsunuz.
Çünkü her şey Nevzat, sana sık sık bahsettiğim, duygularımı kaleme getirdiğim bir yazıda bu da vardı, her şey bir insan için, bir yerlerdeki bir insan için. Hep o insanı bulmaya çalışıyorsunuz. O insan olmasa, o insanın sizi okuduğunu ya da düşündüğünü bilmezseniz hiçbir şeyin anlamı yok!
Onu mutlu edebilmek içinse bu birikim gerekiyor. İnsan hiçbir şeyi kendisi için yapmıyor, mutlaka bilinçaltında o 'birisi' var. Onu mutlu edebilmek için yapıyorsunuz. Çünkü aşkın en güzel tanımlarından biri, insanın bütün yaşamı boyunca biriktirdiklerini bir başka birisine vermesidir.
O yüzden ben genç yaşlarda, çocuk yaşlarda âşık olunacağına inanmıyorum. Gerçek aşkların çok daha birikimli olunan daha ilerki yaşlarda yaşanabileceğini düşünüyorum. İşte bu içe doğru sızmanın biriktirdiği kırıntılar, yaşanmışlık kırıntıları sonuçta büyük bir duygu evrenine yol açıyor. Fakat sonuçta bu duygu evrenini ileteceğiniz, paylaşacağınız insanı bulamadığınız zamansa mutlak yalnızlığa doğru çekiliyorsunuz.
Ve sonuçta bu, o kadar tehlikeli bir şey ki bir karadeliğe dönüşüyor ve sizi emiyor. Ben, artık o karadelik dönemini yaşıyorum. Yani ben yavaş yavaş o karadeliğin içersine girip gittikçe daha fazla yalnızlaşıyorum. Eskiden ki kitap o dönemin eseridir, yalnızlığa direniyordum, artık yalnızlığa direnmiyorum tamamen kara deliğe yenilmiş ve mahkûm olmuş durumdayım, sonsuz bir şekilde mutlak yalnızlığa doğru ve mutlak ölüme doğru gidiyorum...
(...)
Bir film seyrettikten sonra eğer bu filmi paylaşacağınız birisi yoksa, bir seyahate çıktıktan sonra o seyahat izlenimlerinizi anlatacağınız biri bulunmuyorsa, eğer güzel bir düşünce yakaladığınızda bunu tartışabileceğiniz insan yoksa.. bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz, sonuçta ortaya 'bunları yapmanın ne anlamı olduğu' sorusu geliyor. Bir tek sığınak buluyor, birazcık olsun yazmaya çalışıyorsunuz. Ama sonuçta yazılarınızı paylaşan insanların sayısı ne kadar sorusu ortaya çıkıyor bu kez.
Peki, kitaba dönüştürüyorsunuz, kitabı alanların sayısı ne kadar? Bir ülkede bir şiir kitabı, çok usta, çok iyi bir şairin şiir kitabı bir yıl içinde bin adet bile satmıyorsa, o şair yılların birikimini, yılların duygularını, içindeki heyecanları, acıları uzun uğraşlardan sonra kâğıda döktükten,  kitaplaştırdıktan sonra bir yılda ancak bin rakamına ulaşıyorsa o zaman 'ne anlamı var' sorusu biraz daha güçleniyor.

Bir yandan da tabii her şeyi kendimiz için yapıyoruz. Hâlâ bir başkası umudu var. Olmalı, ama ben, işte o umudumu kaybettim. Artık bundan sonra yapacağım her şey o umutsuzluk üzerine kurulu."



Beklemek ve ummak sarkacında…
Zaman Kitap / Kenan Karasu 07 Aralık 2009

Fötr şapkası, uzun saç ve sakalı ile pek çok kültür sanat etkinliğinde karşılaşmışsınızdır. Yıllardır bu camianın içinde.
Çeşitli yayınevlerinde, gazetelerde çalıştı. Ustalara Saygı toplantıları ile ismi artık yan yana anılan gazeteci-yazar Faruk Şüyün'den söz ediyoruz. Şüyün'ün Dünya gazetesi sanat sayfasındaki “Odak” adlı köşesinde kaleme aldığı yazılar Beklemek ve Ummak adıyla kitaplaştı. Cemal Süreya, “İki Kalp” adlı şiirinde, “Beklemek gövde gösterisi zamanın” der. Şüyün de yıllardır kitap yayımlamayarak zamanın bu gövde gösterisine epey baş eğmişti. Ama elli yaşına merdiven dayadığı bir dönemde bir kitap ile çıkagelmesi okurlarını sevindirdi. Kitabın adı da Şüyün'ün yıllardır süren sessizliğini özetler gibi...

Şüyün kitabını dört bölüme ayırmış: “Sevgiyle”, “Acıyla”, “Umutla”, “Beklerken”. Yazar, bu başlıklar altında, yazının o sıcak evinde bir odadan bir odaya koşturuyor. “Karlar, karlar… öyle güzel ki…” adlı bir öykü tadı barındıran yazısında Şüyün şöyle diyor: “Beklemek ve ummak gibi iki asıl sözcüğü de sahiplenmişti kendine…” Şüyün'ün kitabında yaptığı tam da bu. “Beklemek” ve “ummak” gibi iki sıcak kelimenin gölgesinde eline avucuna düşenleri paylaşıyor. Kelimelerinin pek çoğu hüzne de uğruyor. “Umutla” bölümünde bile acının türlü hallerini okuyoruz. Canetti'nin, “Her zaman kanayan yarası olmayan bir yazar, benim için yazar değildir.” sözünü bir yerlere iliştirmek lazım. Şüyün, kendi deyişiyle, “bütün eksik kalmaların ya da bu dünyaya fazlalıkların… Sessiz ve ünü olmayan bir tanığı”.

‘Unutmamalıydım çocukluğumu'

Usta öykücü Füruzan “Çocuklar unutmaz. Biz çocukluğumuzu unutuyoruz.” diyor. Şüyün de bu hayıflanmaya ortak olurcasına “Meserret Günleri” başlıklı yazısında; “Unutmamalıydım çocukluğumu… O bayramlar artık yoktu, çocukluğum ise ta kör kuyunun dibinde… Bugün, biraz olsun taşıdım dışarı işte. Avuçlarımdan yeniden içeri kayana kadar tutacağım, ne kadar tutabilirsem.” diyor.

Yazılarda kimi zaman bir iç diyaloğa tanık oluyoruz. Yazarın gözüne takılanları, arayışlarını, içindeki uğultuyu duyabiliyoruz. Yanınızda yörenizde ıskaladığınız kimi sesler, kokular hemen beliriveriyor. Anlaşılan, yazı kurtarıcı bir yol olmuş Şüyün için. Yolculuğunda Edip Cansever, Tevfik Fikret, Atilla İlhan, Yahya Kemal, Tanpınar, Oktay Rifat sık sık yazara eşlik ediyor. Şairler, anılarını korumasına yardımcı oluyor. “Acıyla” adlı bölümde daha çok “yitip giden dostların eksilmeyen suretleri”ni anlatmış Şüyün. Onun yazılarını takip eden okurlar, kimi yazıların başlığının değiştiğini hemen fark edecektir. Bir tür iç dökme olan bu yazılar okuru yormayan bir üslupta. Şüyün iç döküşü bir zorunluluk olarak görüyor, sanatçı ve edebiyatçıya şöyle sesleniyor: “Üretim aşamasına bir an önce geçmek zorundadır, yoksa içindekileri, duygularını dışa vuramazsa, sonuçlarını yaşamak/yaşatmak durumundadır.”

Şüyün kendi ifadesiyle “yıldızların bildikleri”ni okurla paylaşmak arzusunda: “Bu dünya içinde yerini aldı Faruk. Daha doğrusu kendi yerini tayin etmeye çalıştı bu akış içerisinde. Yarın sabah Bursa'da ılık bahar güneşine çıkacak yeniden. Kulağını yer koyup onun altında kımıldayan hayatları anlamaya çalışacak burada da. Mühim olan hayatımız, onu en iyi, en üretken bir biçimde değerlendirebilmek. Yıldızlarla paylaşabilirim duygularımı. Onlar zaten biliyorlar yaşananı ve gelmekte olanı belki de…”

‘Durup ince şeyleri anlamaya…'

Faruk Şüyün yazılarında pek çok durağa uğruyor; çocukluğuna, bir deniz kenarına, bir dağ eteğine, bir yolculuk sonrasına… Bazen efsaneler beliriyor bu anlarda. Kimi zaman da gölgede kalmak isteyen bir ruh kendini ele veriyor.

Füruzan, Beklemek ve Ummak'ın arka kapak yazısında; “Faruk Şüyün'ün ilk kitabı, Dünya gazetesi'ndeki değerlendirmelerinin bir kolajı. Çevresine gösterdiği dikkat ve duyarlığa tanık biri olarak Beklemek ve Ummak'ın ilgiyle okunacağını düşünüyorum. İşte tam burada değerli şair Gülten Akın'ın benzersiz dizelerini anımsamalı: ‘Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya.'” diyor.


Şüyün kitabın “En iyisi gitmek mi?” başlıklı son yazısında bir önceki tüm yazıların nedenini ele veriyor biraz da, “Evet, gitmek, en iyisi gitmek… Yüklenebildiğim bütün duygularla… Beklemek ve ummak…”



Hüzün ki yakışandır...

Korkut Akın

Radikal Kitap / 06/11/2009

Hilmi Yavuz'un belki kendisinden de ünlü bu dizesi bu kez bir kitap tanıtımı için rehberlik ediyor bize. 'Beklemek ve Ummak', yazarı Faruk Şüyün'ün gazeteciliğinden önce gelen edebiyatçılığını kanıtlıyor. Hüzünlülükten öte karamsarlığıyla okurunu sarıp sarmalayan yazılar
Konuşur gibi yazmak; akıcı, keyifli ve ilgi çeken... Faruk Şüyün bunu başarabilenlerden biri. 
Dünya gazetesindeki ‘Odak’ köşesinde yazdıklarını benim gibi iple çeken çoktur, inanıyorum. Nasıl içten, nasıl sıcak ve nasıl güçlü betimlemeler; benim sözcüklerim yetmez onları tanımlamaya...
Betimleme deyince, gazeteciyle yazarı ayırt eden biricik kıstas, biricik dayanak noktası, biricik nirengi. Gazeteci alabildiğine objektif ve ‘tarafsız’ken yazar aynı oranda, hatta daha da fazla betimleyen, yorumlayan ve okurunu kendi dünyasına sürükleyendir. Faruk Şüyün, kendisinden yıllarca beklenen ve umulan yazı serüvenini Dünya Gazetesi’ndeki ‘Odak’ köşesinde sürdürüyor. Günün ‘mana ve ehemmiyeti’ açısından tam da okurun istediği noktayı bulan yazılar kaleme alıyor. 
Cuma günlerini iple çeken okurlarının olduğu, birçoğunun da ‘bu yazılarını bir kitapta toplasana’ dediği Faruk Şüyün büyük bir sabırla sürdürdüğü titiz gözlemciliğini betimlemeci edebiyatçı yanıyla süsleyerek “Beklemek ve Ummak”ta önümüze serdi. Gazete sayfalarında ‘kalıcılığı’ olmayan yazılar artık okurun elinde. Belki biraz fazla hüzün kokan, belki biraz bu günlerde olduğu gibi- soğuk kasvetli kış havası hâkim yazılar ama her biri muhakkak okurun kendisinden bir parça bulabileceği denli içten.
Bir yazar gözlemci olmasa bu denli sarıp sarmalayan yazılar yazabilir mi? Mümkün mü? İnce detaylar arasında kaybolmadan ve kaybetmeden ya da okurun gözüne sokmadan- işlenmiş gözlemlerle yüklü yazıları için okur, kendisinden bir şeyler bulduğu için kesip saklıyordu. Zaman zaman birbirleriyle paylaşıp zaman zaman alıntılarla başkalarına yayıyordu. Şimdi, Ummak ve Beklemek’le Dünya okuru ‘tek’liğini yitiriyor; kitabı edinen herkes Faruk Şüyün’ün yazılarından kendisi için süzeceği bir şeyler bulacaktır.
Umutla beklerken...
Şiirle içli dışlı olan, şiiri kavrayan ve alıntılarıyla da okurunu içine çekmeyi başaran Faruk Şüyün’ün kitabı dört bölüm... İlki sevgiyle, ikincisi acıyla, üçüncüsü umutla, sonuncusu da beklerken. Kitabın adında ‘Beklemek’ öne çıkmış ama içinde en sona saklanmış. Çünkü insan önce umuyor, sonra bekliyor. Bir de Faruk Şüyün’de öne çıkan bir nokta var: Umudu üzmek. Karamsarlıkla kötümserlik arasındaki ince çizgiyi çok iyi koruyan Şüyün, hiç kötümser olmuyor. Kendisi düşmese de okurun o tarafta saf tutmasını önlemek için gayret sarf etmiyor. Bunca sıkıntının, bunca büyük ekonomik krizin her ne kadar Başbakan ‘teğet geçtiği’ni iddia etse de görünen köy kılavuz istemiyor- arasında insanın bir umut, bir aydınlık, bir sıcaklık beklediği de kesin. Faruk Şüyün, gerek koşullar nedeniyle gerekse içsel anlamda büyüttüğü karamsarlığını yiğidi öldürelim ama hakkını yemeyelim- çok başarıyla yansıttığını kabul ediyorsam da umduğumun ve beklediğimin tam tersini gördüğümü söylemem gerek. “Balıksız, yosunsuz, kumsuz bir deniz, kendini nasıl boş ve yalnız hissederse, öyle tek ve tenha duyumsuyorum kendimi” cümlesiyle başlıyor 121. sayfadaki “Teknemin omurgası, yüreğimin dalı” başlıklı yazı. “Ateşböcekleri ve yakamozların içinden” (s 14) başlıklı olanıysa “Gece... Zifiri karanlık... Simsiyah bir boşluk sonsuza dek uzanıyor” diye başlıyor. Ama yazarın hakkını da yememek gerek: “Hayal dünyasının yelkenlerini doldurmadan ‘uçabilmek’ mümkün değil. Bırakın uçmayı, bana göre yürümek bile...” cümleleriyle başlayan “Zorla sınırlarını hayallerinin...” (s. 77) yazısında bölümüne uygun ‘Umutla’ giriyor yazıya. Sonrasında yine o zifiri karamsarlık. Şu alıntıladığım kısacak cümleler bile kaleminin ne denli güçlü olduğunun, okuru daha ilk heceden yakalayıp sımsıkı sardığının kanıtı değil mi?

İki kitap çalışması içerisinde olduğunu yıllardır yazan Faruk Şüyün’den “İçinden nehir geçen kentler” kitabıyla “Galata Günlükleri”ni de beklediğimizi belirtelim. Her hamarat kişinin de tembellik hakkı saklıdır. Faruk Şüyün’ün artık tembellik hakkının da tükendiğini düşünüyorum.



'Gitmek sözcüğünü seviyorum' 

Cumhuriyet Kitap sayı: 1044
GamzeAkdemir

Renkler en gözde metafor, doğa onun en vazgeçilmez enstrümanı. Pervanedir, anaforun içine çekiledurandır. Yanıtsız sorulara yanıt bulmaya azmedendir. Ateşböceğldlr, yakamozdur. Sessizliğin sesini dinleyendir. Iç sesini dış ses yapabilendir. Bllirim, cesurdur ama küstah değlldir. Sesi usul usuldur, ruhu ise bağır bağır. Gelecek güzel günler onun içln hiç de masal değildir. Dingin yaşama meyletmiş görünse de bakmayın ruhunu öldürmez, yaşamaya azmedendir. Homeros'u iyi anlar, gözleri kapalı aşkı dinler, vazgeçmez. İflah olmaz bir romantiktir, iyi ki de öyledir. Yazardır, gazetecidir. Dünya gazetesindeki değerlendirmelerinden bir kolaj, Beklemek ve Ummak okurlarıyla buluşuyor Faruk Şüyün. Deneme tadında ve farklı okumalara olanak veren bir yapıt Beklemek ve Ummak. Faruk Şüyün ile kitabını ve yazılarının hammaddesi yazar, gazeteci ve insan Faruk'u konuştuk. 

Seninle bir konuşmamızda aslında bir başka kitap düşündüğünü söylediğini antmsıyorum; ismi de Aşk Uyandıran Kentler'di değil mi? 
- Evet, hemen hemen bitmiş gi- biydi ama araya başka çalışmalarım girdi, son halini veremedim. Tam o sıralarda Füruzan kitabını yazdım, Füruzan ile haftada 3, 4 gün buluşarak yapılan söyleşiler sonucunda yo- ğun bir tempoda gerçekleşti. Bu yıl da Cevat Çapan kitabı ile yoğunlaştım. Derken bugünkü söyleşimizin konusu olan Beklemek ve Ummak ortaya çıktı. Fakat artık Aşk Uyandıran Kentler'i sonraki kitap fuarına yetiştirebileceğimi umuyorum. Bir aşk öyküsü Aşk Uyan- dıran Kentler ama Türkiye ve dünyada- ki çeşitli kenderde geçiyor o kitabım. Içinde antik kender de vardı. Bu kentlerin özelliklerinden bir tanesi de içinden nehirlerin geçmesiydi ve bu umutsuz ve mutsuz bir aşk hikâyesi olacaktı. Farklı okumalara olanak sağlayan bir yapısı var. tsteyen bir aşk hikâyesi olarak okuyabilir. Hikâyeler zinciri gibi de okuna- bilir, denemeler gibi de. İstenilen yerinden başlanıp tek tek de okunabilir ya da bölümler birbirine eklemlenebilen biçemde olduğu için bir bütün olarak da değerlendirilebiîir. Hatta içinde kent planları da bulunacağı için bir kent rehberi gibi okumak da mümkün. 
- Dünya gazetesinde yayınlanmış yazılarından bir kolaj Beklemek ve Ummak ama değişiklikler yapmışsın..
- Öyle, birebir ya da arka arkaya konmadı kitaba. Bildik derlemeler gibi değil yani. Çoğu değiştirildi, kısaltıldı ya da eklemeler yapıldı. Yani bu kitaba uy- gun bir biçimde tekrar elden geçirildi. 

ASIL İLGİ ALANIM ŞİİR' 
- Şiir, şairler... Sıklıkla referans nokta- larm, başucu rehberlerin gibi değil mi? Onları sıklıkla okuduğun ve güne uyar- ladığın söylenebiîir değil mi? - Çok doğru, edebiyatta asıl ilgi ala- nım şiir. Hayatta tek bir şiir yazdım, o da bir kedi üzerine. Ama iyi bir şiir okuyucusuyum. Bu kitapta da bolca şiir var ve evet referans noktalarımdır. Kitaba ilişkin yapılan değerlendirmelerde de hem unuttuğumuz şiirleri bize hatırlatıyor hem de bizi çeşitli duygulara doğru yolculuğa çıkartıyor denildi sıklıkla. Ama bir özeleştiri yapacak olur- sam bunu böyle yapmama rağmen ki- tapta şiirler arka arkaya bu kadar gelmese de olurmuş derim. Beğenildi, okurlar sevıyor ama ben yine de fazla mı şiir oldu diye biraz endişe ettim. - Yazardan rol mü çalıyorlar? (gülerek) 
- Çalıyor tabii. Ustalan kıskandım biraz yani. (gulerek) 
- Yurduna, doğastna, "bir güzel, mah- sun ve alabildiğine yaralı sevgili" yakla-şımm biçeminin mührü gibi...
- Tek çocuk olarak büyüdüm. Nimet- lerinden yararlandığım gibi dezavantaj- larını da yaşadım. Bu bir yalnızlığı getir- di. Bu yalnızhk yaş ilerleyince daha kı- rılganlığa dönüştü. Böyle olunca başka- larının da bunu anlamasını istemeye başlıyorsun ve paylaşmaya çalışıyorsun. - Duyarlıhk hayli yüklü; sonra sevgi, isyan ve çekilen heyhat bir arada... O duygu benliğinde ve kaleminde hayli köklü... Başa çıkması da zorlu... 
- Çok zor, ama artık karar verdim ki ne kadar çığlık atarsam atayım hiçbir şey değişmiyor. Değişmediğini görünce de ve artık yaşım da 50'ye gelince her şeyi olduğu gibi kabul edip, çok fazla direnmemeye başladım. Buna gayret ediyorum. Eskiden bir şeyleri değiştir- meye çalışyordum ama şimdi artık de- ğişmemeye, varolanı korumaya çalışıyo- rum. 
- Yine de umut hep diri, tıpkı kitabın isminde belirttiğin gibi Beklemek ve Ummak... 
- Artık olduğum yerde kalmayı istiyorum. Kitapta bir bölüm var, kahramanlardan birisi diyor ki, ben sana yaşlandığın zaman bakacağım diyor ama ben her şeyi elim ayağım tutarken yapmaktan ve tüketmekten ya- nayım, özü bu duygumun. Bu bağlamda Beklemek ve Ummak'ta, yaşamla başa çıkmanın reçeteleri de bu- lunabilir. Tabii didaktik olma- dan, satır aralarında. Hayatta şunu gördüm ki umutsuzluğa düştükçe yine bedelini ben ödedim. Hiç olmazsa kendime bir hedef koyu- yorum hep, bir havuç... Kitapta da öyle bir şey var, acı, yalnızlık, çaresizlik var ama bunlara rağmen hayatta kalmayı bu sayede başarmışlık var. Ki- tabın kapağı da bu bağlamda bana çok uydu; başka bir forma girmcye çalışan bir insan var, direnen, umudu her şeye rağmen diri tutan insan var, haklısın. - Siyaset bir batak... Duyarlı yürek, sosyal beyin tepkigösteriyor kuşkusuz... Satır aralarmda, yerli yerinde gönder- meler, isyanm harı... Yazılarında siyaset böyle baskın şekilde yok ama duyarlı yürek yine de bir şekilde sosyal beyin bir şekilde tepki gösteriyor. Siyasetle ilişkin nasü, bu kadar duyarlı birine bu- nu da sormalı. Hem gazeteci hem de ya- zarsm... - Aslında biraz burada belki Selim Ileri'ye özenme diyebiliriz. Onun kitap- lannda da çok bambaşka şeyler anlatıl- dığı düşünülebilir. Işte büyük aşklar, büyük kınlmalar, büyük yalnızlıklar vardır ama sonuçta Selim Ileri çok cid- di, ağır siyasi romanlar yazar. Belki on- dan bazı şeyleri alıp bu duyguyu kendi- me göre yorumlamaya çalışmış olabili- rim. - Gazeteciliğinle de birgöbek bağı vardır bu noktada.. - Gazetecilik tabii mutlaka sosyal ha- yatın, siyasal hayatın içersinde olmayı gerektiriyor. O açıdan tabii daha fazla duyumsuyorum hayatını bu açüannı... - Ama kalemini sivriltmiyorsun ille de, en çok ve en önce yaşama, insana, doğaya dönük tutuyorsun yüzünü, kale- mini... - Bizim de- ğiştirmemiz ge- reken şeyler varsa aslında buradan başlı- yor çünkü. Bunları değiş- ıırmeyebaşla- dığımız zaman Inz yavaş yavaş vukandaki ya- pılar da değişe- cek. Duygulan- mızı, baluşlan- mızı, yürekleri- mizi, beyinleri- mizi güzel bi- çimde yontmalı ve adil biçimle- re sokmalıyız. Öyle heykeller oluşturmalıyız. Ondan sonra göreceğiz ki o heykellere ba- kan insanlar da -Kitabım blrkac senellk bir kitap deflll. bir hayatın da- mıtılmıs halldlr. duygulann geldlfll noktamn süzülüsü- dür dlyor Faruk Süyün. yavaş yavaş değişecekler ya da en azın- dan yeni gelen nesiller bu güzel heykel- lerle büyüyecekler. 
SEYYAH YAZAR - 
Kitabının bir yerinde de aynen şöyle yazıyorsun: "Yaşama sanatı... Yaşamın diyeû olmaz diyorsun... Sonuna kadar yaşamalıyım"... Sonra ekliyorsun "ne olursa olsun, yiten yalnızca beden, ka- lan ürünlerdir daima..." - Bu kendimi avutmam, tabii ki kitap- lanm ortaya çıkabilsin. 50 yaşına gelin- ce böyle oldu. Ben ortada durmaktan çok hoşlanmıyorum, sonuçta bir yeme- ğe gitmişsem yemeğin hakkını vererek yemeliyim. Bir sofra kurulduğu zaman önümde önce gözüm doysun isterim. Hayata da böyle bakıyorum. Gerçi artık eskisi kadar cesur değilim, büyük aşklar yaşamak istemiyorum mesela. Kitabım- da birkaç senelik bir kitap değil, bir ha- yatın damıtılmış halidir, duygulann gel- diği noktamn süzülüşüdür. 15 senenin hikâyesi bu. Çeşitli şekillerde örselen- miş bir kişinin hikâyesidir. Çeşitli olay- lar ve insanlar karşısındaki Faruk'un duruşlan vardır kitabımda. - Yani olabildiğince kişisel bir yazın... - Evet. - Sen bir abbas yolcusun bilirim.... Iz- mir'i mesela çok seversin ama îstanbul en başka... Kaleminin kayırdtğı kent... "Istanbul, seni hiç aldatmayaeağım " başhklı yazmda dediğin gibi... Adım adım bir seyyah durumu var gibi.. - Öyle yapmaya çalışıyorum evet. Git- mek sözcüğünü çok seviyorum. Bir yer- lere gitmek ama belki de en çok kendin- den gitmek, sonra başka birisinden git- mek belki bu. O yüzden bu gidişlerin çeşitli versiyonlan kitapta var. Tabii so- mut fiziksel seyahatlar da var. Eski seya- hatlerim bilgiye yönelikti, işte hangi müzeler, tiyatrolar, sanat galerileri var gibi. Artık'bir kenti anlamaya yönelik seyahatler yapmaya çalışıyorum. Bir kente gittiğim zaman artık bir kafede oturup saatlerce gelip geçen insanlan izlemeyi, onlarla konuşmayı tercih edi- yorum. O yüzden yazdıklarım da zaman içersinde değişiyor, daha da değişecek- tir. Tarihi, öyküsü olan tüm kentlere hayranlık duymak ve seyahat etmekle birlikte ana tercihim özgürlük duygusu- nun perçinlendiği ve fîilen hayata geçti- ği kozmopolit, büyük kentlerdir. Öz- gürlüğü çok önemsiyorum. Sonra me- lezlik çok ilgimi çekiyor mesela. •

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder